EDİRNE

Hey kızanlar, Edirne’deyiz be yaa!

Çanakkale turu sonrası elimizde kalan 1,5 günümüzü nasıl değerlendirelim derken hadi dedik Edirne’ye gidelim, Selimiye Camisi’ni ziyaret edip Mimar Sinan’ı analım. Tabi bir de bendeniz pisboğaz Didem şu meşhur tava ciğeri neymiş deneyeyim istedim 🙂 Çünkü ben ağzıma ciğer koymaz bir insan iken, ‘sen ciğer yememişsin bak Edirne’de bir tava ciğer ye o zaman anlayacaksın’ derlerdi. Evet denedim! devamı aşağıda 🙂

Tarih boyunca sırasıyla Makedonya İmparatorluğu, Romalılar ve Bizans’ı ağırlayan Edirne 1361 yılında I. Sultan Murat tarafından Osmanlı topraklarına katılmış ve İstanbul fethine kadar Osmanlı’ya başkentlik yapmış. Bulgaristan ve Yunanistan ile sınır komşusu olan Edirne, 1700’li yıllarda  2 büyük yangın felaketi geçirmiş ve deyim yerindeyse şehir yeniden kurulmuş; fakat, Osmanlı izlerinden hiçbir şey kaybetmemiş bence 🙂 Camilerin görkemi, kendine hayran bırakan işlemeleri, camilerin çevresindeki arastalar, bedestenler tarihi bir görsellik sunuyor kesinlikle. Gezmeye başlayalım mı artık?

Akşam saatlerinde şehre geldik ve merkezde ki öğretmen evine yerleştik. Bir akşam ve bir de ertesi günümüz olduğundan oldukça pratik bir gezi rotası oluşturduk. İlk önce hava kararmadan Meriç Nehri’nin yanına gidelim dedik, köprülere olan merakım bilinir, o açıdan Meriç Köprüsü diğer adıyla Yeni Köprü’ye doğru yol aldık. Meriç ve 2 asırlık Yeni köprü gerçekten çok eşsiz bir manzara sunuyor. Arabaların gelip geçmesiyle köprünün hafif sallanıyor olmasına aldırış etmezseniz sorun yok:) 263 m uzunluğundaki köprünün özellikle gün batımında ayrı bir manzara sunduğu belirtiliyor. Bilginize;) Köprü bitiminde nehrin kenarına sıralanan kafeler de çayınızı yudumlayıp keyif çatabilirsiniz. Son yıllarda su azalmış derlerken, bu kış ne yazık ki su taşkını oldu ve nehrin civarı boşaltıldı.. Umarım en kısa zamandan eski haline döner, insanlar hem evlerine hem iş yerlerine kavuşur.

Meriç’ten sonra tekrar çarşıya geri döndük ve Selimiye’yi  ertesi gün ziyaret ederiz diye düşündüğümüzden ışıl ışıl görüntüsünü seyrederek etrafında tur attık. Dışı ayrı etkileyici, içerisi ayrı etkileyici gerçekten…

IMG_8207Selimiye’den sonra bir diğer önemli yapı da Yeni Cami bir diğer adıyla Ulu Cami… Şehrin ilk ulu cami olması bakımından minberinde hep fethin sembolü olarak sancak asılı olmuş ve protokol törenleri burada yapılmış. Aşağıdaki fotoğraf uzaktan çekilmiş olduğundan bu caminin Arapça iri yazılı duvar işlemeleri görülmüyor, bugüne kadar gördüğüm camilerden çok farklıydı açıkçası. Selimiye’nin tam karşısında yer alıyor.

IMG_8203

Yeni Cami’nin yanında kıvrılarak çarşıya ilerliyoruz, sağımızda badem kurabiyeleri solumuzda meyve şeklinde sabunlar, önümüzde tava ciğercileri, çarşı tam çarşı yani 🙂 Daha çok Kapalı Çarşı adıyla andıkları Ali Paşa Çarşısı’nda buluyoruz kendimizi. Burası da Mimar Sinan tarafından ticarethane olarak yapılmış. Çarşının en önemli özelliğinden biri kemerlerinin kırmızı-beyaz taştan yapılmış olmasıymış.

IMG_8191

Veeee beklenen an! Birbirinden apayrı 3 Edirneli eşe dosta ‘nerede yiyelim?’ sorusuna Ciğerci Aydın cevabı aldıktan sonra, çarşının ortasındaki lokantayı bulduk. Okan yine de ciğeri tercih etmeyerek köfte yedi ama ben tava ciğeri seçerek 26 yıllık ciğerle küslüğümüzü bitirmiş oldum 🙂 Aşağıdaki fotoğrafta da göreceğiniz üzere büyük bir ciddiyetle baharatlarımı döktüm, ufak bir tadına bakayım derken koca tabağı silip süpürdüm. Gerçekten arkadaşlar haklıymış, buradaki ciğerin tadı da görünüşü de çok çok farklıydı. Mutlaka deneyin derim. Ayrıca Edirne çok ekonomik bir yer, en meşhur yer acaba ne kadardır derken çok komik bir rakam ödedik diyebilirim. Ciğerin özelliği de etin sinirlerinin tamamının alınması ve özenle yatay şekilde kesilmesiymiş 😉

IMG_8218

Karnımız tok sırtımız pek, öğretmen evine uğrayıp arabamızı alıp Meriç’ten tekrar geçerek Karaağaç’a doğru yola koyulduk. Ben burayı çok sevdim, evler hala (!) tek katlı, müstakil, kendi halinde, farklı bir havası olan bir yer. Gönül isterdi daha bol vakitte gelip gündüz gözüyle keşfetmek ama vakit olmadığından akşam kahvesini burada içelim bahaneyle de burayı da görmüş olalım dedik. Burası eski tren garınında bulunduğu bölge, kafelerle çevrelenmiş. Yaz aylarında oturacak yer bulmak zor oluyormuş, doğrudur. 🙂 Yalnız gerçekten Edirne’de hayat ucuz bence yıl 2014 aylardan Mart sonu, 2 fincan çay, 1 fincan kahve toplam 5 TL ödedik. Bu böyle kayıtlara geçsin 🙂

IMG_8221

Günaydın! Sabah kalkıp kahvaltımız ettikten sonra son günümüzü değerlendirmek için erkenden kendimizi dışarı attık. Yalnız şansımıza aşırı bir yağmur vardı. Biraz zorlansak da gündüz için Sweti George (Esweti Georgi) Ortodoks Kilisesi’ni aradan çıkartıp tekrar merkeze gelir, müzeyi gezer, Selimiye Camisi’ni ziyaret eder ve Tıp Müzesini gezdikten sonra dönüş yoluna geçeriz diye düşündük. Kiliseyi, biraz yürüdükten sonra ara sokakların arasına dalıp tabela yardımıyla bulduk. 1800’li yıllardan kalma kilise, halk arasında Bulgar kilisesi olarak biliniyormuş sanırım. Görevli gelip kilisenin kapısını açtı, içeriyi biraz ziyaret edip görevliye teşekkür ederek ayrıldık.

IMG_8227

Kiliseden sonra Selimiye Cami’nin yanındaki müzeyi ziyaret ettik, müze Edirne’nin tarihini, kültürel ve sosyal hayatlarını, evlerdeki yaşayışlarını sergiliyor. Düğünlerinde giydikleri geleneksel kıyafetlerden, çeyizlerindeki eşyalara kadar sergileniyor. Buraya kadar gelmişken ziyaret edin derim.

Ve geldik Selimiye Camisi’ne! Mimar Sinan’ın 80’li yaşlarda tamamladığı ve ‘Ustalık’ eserim dediği bu Cami, Osmanlı sanatının yanı sıra dünya mimarlık tarihinde de ilk sıralarda yer alıyor. İşçiliği ve süsleme detayları ile bizi hayran kendine hayran bıraktı.

IMG_8259

selimiye

Selimiye Camisi’nde biraz oturup camiyi inceleyip gelen Japon kafilesini ve tepkilerini seyrettikten sonra (evet her yerdeler!), bedestende dolaşıp Tıp Müzesine doğru yola koyulduk. İtiraf edeyim Tıp Müzesi derken böyle sıradan bir müze bekliyordum ama son derece faydalı ve profesyonel bir müze bizi bekliyormuş. Siz de uğramadan dönmeyin!

IMG_8273

IMG_8275

IMG_8280

Tunca Nehri kıyısında bulunan Tıp Müzesi, II. Beyazıd Camisi ve Külliyesi içerisinde yer alıyor. Yüze yakın kubbeyle örtülü olan külliye Sultan Beyazıd tarafından Darüşşifa olarak yaptırılmış. Hemen yanı başında Tıp Medresesi’nde okuyan öğrenciler, darüşşifadaki uzman hekimler yanında yetiştiriliyormuş ve ayrıca burada tedavi tamamen ücretsizmiş.

Darüşşifanın yanında yer alan tıp medresesi de 15.yy’daki tıp eğitimini anlatan bölüm olarak müzeye dahil edilmiş. Her odada bugün ki zehirlenmeye, bel fıtığına ya da beyin hastalıklarına karşı nasıl bir tedavi uygulandığını anlatıyor.

tıp müzesi

Külliye başta hastane misali her hastaya karşı hizmet verirken, daha sonra sadece ruh ve akıl hastalarına hizmet vermiş. Yalnız bu hizmet müzik, su sesi ve güzel kokulardan oluşmakta… Nasıl derseniz külliyenin içindeki müzede tıp tedavileri gösterildiği gibi, ayrı bir yer de burası için oluşturulmuş.

tıp müzesi 2

Trakya Üniversite’si 1997 yılında burayı sağlık müzesi olarak düzenlemiş ve 2000 yılında da Ruh Hastalarını Readaptasyon Derneği’nin desteğiyle Şifahane, Psikiyatri Tarihi Müzesi haline getirilmiş.

IMG_8301

IMG_8321 IMG_8323Tıp Müzesi’ne gezdikten sonra artık dönüş yoluna geçtik. Yolumuz Kırkpınar şenliklerinin yapıldığı yerden geçiyormuş, arabadan bir el sallayıp evimize doğru yola koyulduk. Yağmur eşliğinde bu kadar gezip görebildik, bir daha gidersem sözüm olsun Kakava Şenlikleri’ne denk getireceğim 🙂 Şimdilik hoşçakal Edirne!

2 thoughts on “EDİRNE

  1. Merhaba,

    Ne kadar güzel anlatmışsınız Güzel Edirne’yi.

    Benim üniversite hayatım orada geçti.Şehre ilk geldiğimde çok sevmiştim..Sanki,daha önceki hayatımın bir bölümünde gelmişim gibi.

    Edirne candır.Sevimlidir.Yaşanılası bir yerdir.Tekrardan anımsamak güzel oldu.Teşekkürler,emeğinize sağlık 🙂

    • Merhabalar,
      insanın en güzel dönemi üniversite dönemidir bence,
      o günleri anımsatabildiysem ne mutlu bana, çok sevindim yorumunuza 🙂
      Ayrıca bence de Edirne çok sempatik bir şehir:)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir