BİR SONBAHAR ROTASI VOL#1

Sonbahar çoğu insanın sevmediği bir mevsimdir, puslu havasından mı, yağmurundan mı yoksa kış habercisi olduğundan mı bilinmez pek dışlanır cancağızım. Halbuki benim en sevdiğim mevsimdir. Benim şahsen gözüm gönlüm açılır sonbaharda ki yağmura da bayılan biri olarak dört gözle beklerim Eylül-Ekim-Kasım üçlüsünü 🙂  Doğadaki her tonu bir arada görmek mümkündür; mesela, hem yeşili hem sarıyı hem kahve tonlarını şanslıysan kırmızılaşan yaprakları görürsün. Özetle değişim mevsimidir Sonbahar, sanki bir yenilenme gibi. Çatur çutur yaprakların üzerinde dolaşıp yaprak süpüren görevlilere üzülür, bu görevi yaptıranlara kızarsın mesela içinden. Romantikseniz eğer ya da melankolik birisi iseniz (aaa ben 🙂 ) sonbahar tam sizin mevsiminizdir.

Bu sebeple ben her sene Eylül-Ekim-Kasım muhteşem üçlüsünden her birine ufacık da olsa bir gezi düzenlerim, eşim de destekler, nereleri gezsek araştırır.

Ben de bir gün -moralimin iyi olmadığı zamanlar da yaptığım üzere- internetten kitap alabileceğim bir site açtım ve ‘Türkiye Gezi’ diye arattırıp çok da işimize yarayan ve yarayacak olan ‘Türkiye Gezi Parkurları’ isimli kitabı sipariş ettim. Sizlere de öneririm. Bölge bölge, il il gezi parkurlarını öğrenebilir, zamanınıza ve tercihinize göre plan yapabilirsiniz. Bizim de aslında aklımızda olan ama bu kitap sayesinde daha geliştirdiğimiz bir Ekim ayı haftasonu rotamız oldu: Taraklı, Göynük, Çubuk Gölü, Sünnet Gölü, Mudurnu ve Abant Gölü. Birbirleri arasındaki mesafeye google mapten bakarak nereden başlayacağınıza veya nereleri gezeceğinize karar verebilirsiniz.

 Sırasıyla gezmeye başlayalım bakalım:

TARAKLI

Taraklı eski bir sit alanı olmakla beraber, adı yörede yapılan tarakçılıktan gelmiş. Bizim de yapımına denk geldiğimiz şimşir kaşıkçılık ise hala geçim kaynaklarından biri. Eski tarihi konaklar restore edilmiş ve yavaş yavaş pansiyonlara dönüştürülüyor, bu demek oluyor ki gün geçtikçe turistik bir yer oluyor Taraklı.

IMG_27501988 yılında ilçe olan Taraklı, ‘Cittaslow’ ünvanını da kapmış 🙂 Biz de Taraklı’ya geldiğimiz de öğrendik ki Cittaslow ‘sakin ve yavaş şehir’ demekmiş. Saat kavramı yok gibi zaten. Hayat yavaş ve dingince akıyormuş gibi hissedebilirsiniz. Citta İtalyanca şehir, Slow İngilizce yavaş demek. Aslında bu ünvanı alan birçok yer var ülkemizde: Gökçeada, Seferihisar, Halfeti, Perşembe, Yenipazar, Akyaka, Yalvaç ve Vize.  Bu da size ek bilgi olsun 🙂

evlerTaraklı’yı gezerken sürekli ‘Hoşbulduk, Merhaba’ demek zorunda kalacaksınız; çünkü, herkes selamlıyor sizi 🙂

Bazı konakların önlerinde hediyelik eşya stantları bulmanız mümkün. Bazıları ise restore edilmeyi bekliyor. Taraklı tarihinden ayrı olarak belki alakasız olacak ama bir dünya köpek yavrucuğu gördüğümüzü söylemek isterim. Her sokakta 5-6 tanesi bir arada dolaşan yavru köpekler vardı. Hatta sabah saatlerinde geldiğimiz için gözleme yapan bir yer bulduk, kahvaltı edelim dedik, gözlememizi de bu köpeklerden biriyle paylaştık 🙂

IMG_2756Böyle doğal bir yerde olup da el yapımı reçel, marmelat, tarhana ve erişte satılmasına şaşırmamak gerek. Sadece enginar satılmasına şaşırdım, enginarı sadece İzmir’de görüyorum da 🙂 Ayrıca bugün ve yarın gezi rotamızda olmazsa olmazımız sepetler! Gezdiğimiz her yerde birbirinden güzel sepetler satılıyordu, bir tane alın derim 😉

IMG_2763Karnımızı doyurduktan sonra Taraklı’nın tarihi camisi Yunuspaşa, diğer adıyla Kurşun Camisi’ni ziyaret ettik. Yöre halkının tahminine göre 1516 yıllarında Yavuz Sultan Selim’in Ridaniye seferine giderken, burada kışlayan veziri Yunus Paşa tarafından yaptırılmış. Sarı kesme taştan yapılan cami, ilk Osmanlı camilerine örnek teşkil etmekteymiş. Taşların arasında eritme kurşun kullanıldığından yöre halkı ‘Kurşunlu Cami’ demiş.

IMG_2768Camiden çıktıktan sonra eski bir okul olan ama 2001 yılından beri ‘Kültür Evi’ olarak hizmet veren müzeyi ziyaret ettik. 1907 yılında ‘Taraklı Halkı’ tarafından yaptırılan bu okul sırasıyla Belediye ve Kaymakamlık Binası olarak da kullanılmış.

Biz Kültür Evi’ni çok beğendik, oda oda Taraklı’nın tarihini ve kültürünü öğrenirken, eskiden beri saklanan okul kayıtlarını ve o dönem işlenen ders programlarını göreceksiniz. Bir odada kilim dokumacılığı, diğer odada tahta kaşık yapımını izleyebilirsiniz. Eskiye ait fotoğraflar inceleyip Taraklı’yı anlatan, bu ilçenin konu olduğu kaynakları inceleyebilirsiniz. Bence çok güzel ve çok anlamlı tam da adına uygun bir Kültür Evi!

IMG_2775Kültür Evi’nden sonra bir kez daha turladık ilçeyi, ara sokaklarda fotoğraf çekip bir sonraki rotaya doğru yola koyulduk.

IMG_2770Aslında Taraklı’nın en yüksek yerine, festivallerinin yapıldığı ayrıca türbesinin bulunduğu tepeye çıkalım dedik ama yolu bulamadık açıkçası. Böyle de olunca 30 km uzaklıktaki Göynük’e geçtik.

GÖYNÜK

Göynük’te Taraklı gibi sit alanı ilan edilmiş. Taraklı’dan daha büyük bir ilçe. Fatih Sultan Mehmet’in hocası Akşemseddin’in türbesi de burada yer alıyor. İlçenin girişinde ‘Akşemseddin’in Şehrine Hoşgeldiniz’ yazısını görünce burası için önemini anlayacaksınız.

Beyaz renkli, ahşap evleri ile güzel bir görüntüsü var, sadece bizim şansımıza ilçenin girişine kurulmuş uzunca bir pazar vardı ve trafik berbattı. Pazar dediysem de böyle domates, biber sanmayın; çekyat, yastık, çarşaf satılan bir pazardan bahsediyorum 🙂 Yine de ilçenin güzelliğini görmeye çalıştık tabi 🙂

IMG_2781 IMG_2788Göynük’ün en turistik yeri tarihi saat kulesi olsa gerek. 1922 yılında Sakarya Zaferi’nin anısına yapılan bu kule aslında, Gölcük halkının milli mücadeleye büyük desteğinin anıtlaştırılmış hali sayılıyor. Kulenin kapısı kapalıydı, kuleyi dışarıdan fotoğraflayıp birbirinden güzel evlerin önünden inerek Gazi Süleyman Paşa Camisi’ne geldik.

IMG_27911998 yılında yanan bu cami valiliğin de desteğiyle aslına uygun restore edilmiş. Caminin hemen yanında Akşemseddin’in türbesi yer alıyor. Az ileri de ise bir adet hamam yer alıyor.

Taraklı’da köpekler, Göynük’te keçiler meşhur herhalde 🙂

IMG_2799Aşağıdaki nostaljik arabanın da rengine bayıldım 🙂 Biz bu arabayı incelerken amcanın biriyle tanıştık bu arada, ‘kalacak yeriniz yoksa gelin kalın bizde’ dedi. Sağolsunlar bu yörenin insanları gerçekten çok misafirperver.

IMG_2819Göynük’ün ortasından dere geçiyor ve ayrı güzellik katıyor ilçeye, derenin kenarına da birkaç kafe ve restoran var. Kafenin birinde oturup limonata eşliğinde tatlıları yedikten sonra yazının başında bahsettiğim gezi kitabından öğrendiğimiz, Göynük – Mudurnu yolu üzerinde kalan Çubuk ve Sünnet Gölü’ne uğrayalım dedik.

IMG_2822Çubuk Gölü, Göynük’e 11 km uzaklıkta yer alıyor. Şirin köyü ve etrafındaki elma ağaçları ile görülmeye değer. Köylülerin ‘koparın yiyin’ dedikleri elmalar içim ağaçlara dadanabilir, elinizdeki elmalarla gölün çevresinde yürüyüş yapabilirsiniz.

IMG_2832 IMG_2851Heyelan set gölü olan Çubuk gölü, hem piknik alanı hem de balık avlamak için kullanılıyor. Yel Değirmenleri ise hakkında bir bilgim yok açıkçası. Az önce internetten araştırdığım üzere( 🙂 ) 2005 yılında bir dizi çekimi için kurulmuş; fakat, dizi tutmayınca göle armağan olarak kalmış sanırım.

IMG_2856Çubuk’ta yeterince elma yedikten sonra (!) Sünnet Gölü’ne doğru hareket ettik. Sünnet Gölü’de heyelan gölü sayılıyor. Sünnet vadisi yamaçlarının göçmesi sonucunda oluşmuş. Karaçamlarla çevrilmiş bu gölün kenarında bir adet otel bulunuyor. Açıkçası Çubuk Gölü’nü daha çok beğendik sanki. Çevresinde yürüyüş yolu bulunmuyor ama başladığı yerin civarında piknik masalarında oturup dinlenebilirsiniz. Göl gezisi yapabileceğiniz şirin bir araç var, isterseniz binin araca gölün bir kenarında tur atın 🙂

Aslında Mudurnu’ya biraz ters yönde bulunan Sülüklü Göl varmış, çok vakit kaybetmek istemediğimizden biz uğramadık. Zamanınız var ise uğrayın derim; çünkü, bu civardaki en güzel gölün o olduğu söyleniyor 😉

 MUDURNU

Taraklı ve Göynük’e kıyasla daha büyük bir yer Mudurnu. Kayalıkların ortasına kurulu küçük bir kasaba gibi gözükse de, zamanında ipek yolu üzerinde yer aldığından önemi çok büyükmüş. Şimdi ise bizler için hem güzel hem de görülmesi gereken tarihi bir rota oluşturuyor. Cumbalı, tarihi konaklar restore edilmiş, şık otellere dönüştürülmüş çoktan. Ben yer ayırtmadan yola çıkmam ama nedense bu sefer yer ayarlamamıştım. Göynük’ten Mudurnu’ya geldiğimizde akşam olmuştu, ilk gördüğümüz bir konağı arayarak yer ayırttık ve 2 kişi çok da şık bir odada 120 TL’ye (kahvaltı dahil) konakladık. Tekkeliler Konak’ta kaldık. Aklınızda olsun 😉 Otelin olduğu sokakta çok da hoşuma giden ağaç saksıları göreceksiniz. Her birine de çiçek ve doğa ile ilgili cümleler yazılmış, çok güzel bir fikir! Şimdiden sevdim Mudurnu’yu 🙂

IMG_2888

Mimari değeri yüksek, asırlara tanıklık etmiş birçok evi, camisi ve hamamı barındırmasıyla sebebiyle Mudurnu ‘Kentsel Sit Alanı’ ilan edilmiş. Restore olan konakların yanı sıra, camı kapısı yıkılmış harap halde konaklar da gördük.

İlçenin ortasından küçük bir nehir akıyor. Otelden çıkınca nehir kenarında bir tur atalım derseniz Kanuni Cami’yi ve hemen karşısındaki Mudurnu’nun en meşhur Konağı Armutçular Konağı’nı görebilirsiniz. Cami Kanuni tarafından 1500’li yıllarda yaptırılmış, bahçesinde önemli kişilerin mezarları bulunuyor ve bir tane de türbe var. Konak ise ödenek çıkmadığından restore edilmeyi bekliyor ve şu an kapalı, ne yazık ki içerisini gezemedik. İnternetten araştırdığıma göre ahşap barok mimarisinin Anadolu’daki tek örneği imiş, mimarlar haydi cevap verin 🙂

IMG_2895

IMG_2896 IMG_2897Irmak kenarında yürürken gördüğüm 2 katlı evler, yoğurt kaplarında yetiştirilen çiçekler, kapı girişlerine atılmış minderler anneannemin evini hatırlattı bana 🙂

IMG_2901Aşağıda göreceğiniz ev ise bizi bizden aldı, anneannemin evinden sonra bu da hayalimdeki ev olsun 🙂 İtiraf etmek gerekir ki Mudurnu’da böyle bir ev görmek şaşırttı beni. Yurtdışındaki evlere benzemiyor mu? Sahibi evi güzelleştirmekle kalmamış, evin önündeki küçük köprüye de saksılar yerleştirmiş. İmrenmedim desem yalan olur. Tam ben hayran hayran evi ve çiçekleri izlerken sahibi kapıdan çıktı, dyanamdım ‘bayıldım çiçeklerinize de, evinize de’ dedim. ‘Daha döküldü çiçekler, önceden görseydiniz keşke’ dedi. İyi ki denk gelmemişiz, kıskançlıktan çatlardım herhalde 🙂

IMG_2908Bu güzel evi geride bırakarak, ilçenin tek sokaktan oluşan ama tarihi çok eskiye dayanan çarşısına doğru ilerleyelim dedik. Çarşı sokağına girer girmez sanki bir film setindeymişiz gibi hissettim. Dükkanlar, dükkan tabelaları hiç değişmemiş her şey ilk kurulduğu zamandaki gibi. Tarihi dokusu o kadar güzel korunmuş ki, durdum tek tek tabelaları ve dükkanların fotoğraflarını çektim 🙂

pageÇarşı sokağını çıkmaz sokak sanıp tam geri dönecekken, eş durumundan Mudurnu’ya taşınmış, tam bir Mudurnu aşığı olan esnaf Emine abla (buradan kendisine çok selam olsun) bizi durdurup görmemiz gereken yerleri bir güzel anlattı. Çıkmaz sokak sandığımız yer Saat Kulesi’ne çıkıyormuş meğersem. Mudurnu Belediyesi’nin broşür basmaları ve ilçeyi daha da tanıtmaları gerektiği üzerine konuştuk, belediyeyi çekiştirdik ayaküstü 🙂 Yalnız otelde veya uğradığımız yerler de gerçekten hiç broşür vs yoktu. Buradan yetkililere duyrulur, yazıyı tamamlar tamamlamaz belediyeye de mail atacağım, söz verdim Emine ablaya 🙂

Emine Abla’dan çok güzel şeyler öğrendik, mesela zanaatkarlığın burada hala devam ettiğini ve babadan oğula geçtiğini.. Mudurnu’nun Kurtuluş Savaşı’nda ne kadar çok katkısı olduğunu… Esnaf dayanışma kültürüne dayalı ‘Ahilik Kültürü’nün burada halen sürdüğünü ve her Cuma esnafın birlikte bereket duası okuduğunu…

ESNAFEmine Abla sağolsun rotamızı çizdi bir güzel, bize de Saat Kulesine doğru tırmanmak düştü. Serilen cevizlerin, kurutulan mısırların arasından Mudurnu manzarasını seyrede seyrede kuleye vardık.

MISIR1800’li yılların sonda yaptırılan saat kulesi yangında hasar görmüş ve yeniden onarılmış, minnacık bir kule olmakla birlikte hemen altında Mudurnu manzarasına doğru keyif yapabileceğiniz bir kafe bulunuyor. Biz de birer kahve içmek için girdik ve birden başlayan yağmurda manzarayı seyrede seyrede keyif yaptık. Orada çalışan arkadaş turizm öğrencisiymiş, onun da okul ödevine yardımcı olup Mudurnu ile alakalı anketlerini doldurduk ve Kent Müzesi’ne doğru yola koyulduk.

IMG_2919

IMG_2921

IMG_2923Mudurnu Kent Müzesi özellikle fotoğraf tutkunları için görülmeye değer bir müze, 2 katlı, toplam 7 odalı bir konak müzeye dönüştürülmüş, odalarında ilçeye özgü kıyafet ve eşyalar sergilenirken, koridorlar Mudurnu’nun eski fotoğraflarıyla donatılmış. Bazı odalarda eski yıllara ait dergileri, gazeteleri göreceksiniz. Biz bildiğiniz dergileri okuduk 🙂 Yalnız pek müze gibi değil, yan tarafta kafeden gelen bir genç, biz tam ‘kapalı herhalde geri dönelim’ derken gelip kapıyı açtı, müze ücretlerini alıp dışarıda bekledi ve ışıkların bozuk olduğunu filan söyledi. Emine Abla belediye üzerine yaptığımız sohbet de pek haksız değilmiş sanırım 🙂

Müzeden sonra ilçenin en önemli yapılarından Yıldırım Beyazıd Cami ve Hamamını fotoğrafladık. Sultan ve şehzade camileri en önemli noktalara inşa edilirmiş, 6 asırlık tarihi olan bu yapılar, Mudurnu’nun Osmanlı zamanında ki önemini vurguluyor aslında.

Tarihi yapıları da ziyaret edip Mudurnu’nun altını üstüne getirdikten sonra hatıra magnetimizi de aldık ve ilçe ile vedalaştık.

Aşağıdaki fotoğraf da ne olduğunu tam anlamadığımız ama yaratıcı fikirlere saygı duyulması gerektiğini vurgulayan bir çalışma olsa gerek 🙂

IMG_2963İlçeden tam çıkarken piliç fabrikası göreceksiniz, malum Mudurnu’nun piliçleri meşhur, hatta biz de Mudurnu’da kaldığımız akşam Meram Restoranda tavuk yedik. Gayet lezzetliydi, buna istinaden tam piliç fabrikasının önünden geçerken şu yazıyı görürseniz, gülümserken beni hatırlayın: ‘Tavuk yumurtadan çıkar piliç Mudurnu’dan’ 🙂

 ABANT GÖLÜ

Mudurnu’ya gelmişken yarım saat uzaklıktaki Abant Gölü’ne gelmemek olmazdı. Hele ki Mudurnu-Abant arası yol o kadar güzel ki yolculuk nasıl geçiyor anlamıyorsunuz. Benim buraya 3. gelişimdi ama en keyiflisiydi diyebilirim. Ayrıca hava yağmurlu olmasına rağmen çok kalabalıktı.

Abant Gölü, Tabiat Parkı olarak koruma altına alınmış, etrafında kamp tesisleri, piknik alanları ve çeşitli restoranlar bulunduruyor. Ayrıca 2 tane şık otel de var. Ben bu şık otellerden birine bir keresinde yılbaşı eğlence fiyatını sormuştum, görevlinin söylediği fiyatı duyunca gözlerim yerinden oynamıştı 🙂

IMG_3001Dört mevsim ziyaretçilere açık olan Abant Gölü  yeraltı suları ile besleniyor, yaklaşık 15 m derinliğinde ve denizden yüksekliği 1325 m imiş. Giriş ücretsiz. Araba ile geliyorsanız trafik tek yön belirteyim. Biz arabayı girişe park edip gölün etrafında 1 tam tur attık, yürüyüş 1-1,5 saat sürdü ve çok keyifliydi.

IMG_2998Gölün etrafında yürüyüş yolu var, bir yerden sonra parkurları göreceksiniz, parkurlar bittiğinde yürüyüş için ayrılmış kaldırımlardan devam edebilirsiniz. Yürümek istemezseniz faytona binebilir ya da bisiklet kiralayabilirsiniz. Hava yağmurlu değilse çimlere yayılabilirsiniz 🙂

ABANT 1Bu eşek ve atların çilesi her yer de devam ediyor. Abant’ta da at kiralama olayı var, ben sinir olsam da talep var sanırım. Atlara binip ufak çaplı çevre turu atılabiliyor.

Yürüyüşün tam ortasında mola verdik, piknik masalarının birinde dinlenip bol bol fotoğraf çektik. Bol oksijen, bol yeşil… Umarım hiç bozulmaz.

ABANT 2Aşağıdaki fotoğraf da ‘Sonbahar hiç sevilmez mi?’ adlı çalışmam 🙂 Renklerin güzelliğine bir bakın yahu, tek ben mi Sonbahar hayranıyım acaba?

ABAT 3

4. gelişimde bisiklet kiralamak üzere kendimle ve eşimle anlaşarak göl turunu tamamladık.

IMG_3025Yukarıdaki tahta yol üzerinde çay satan bir bey vardı. Ondan çaylarımızı alıp bir ağaç altında yukarıdaki manzara eşliğinde bir güzel içtik. Mis gibi havayı kokladık ve oksijene doyduk. Darısı başınıza 🙂

Bir Sonbahar rotamız burada sona erdi. Ben tekrar gezdim, tekrar oksijen doldum yazarken, umarım siz de keyif almışsınızdır. Sizlerin de bildiği rotalar varsa paylaşın ha benimle, gizlemek saklamak yok, şurada biz bizeyiz 🙂

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir